04 Ara 2024
BT Content Showcase - модуль joomla Книги

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk komutasındaki Türk ordusunun 26 Ağustos'ta başlayıp 30 Ağustos'ta zaferiyle sonuçlanan Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi, dünya tarihinin gördüğü en büyük kahramanlık destanlarından biri olarak tarihe geçti.

1919 yılında Birinci Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak türlü bahanelerle Anadolu'yu işgale başladı, ordusunun cephanesi elinden alınan Türk milleti zor durumda bırakılmaya çalışıldı.

Ünlü yazar Halide Edip Adıvar'ın ''Türk'ün Ateşle İmtihanı'' kitabında anlattığı işgal günlerinde, itilaf donanması İstanbul'a, Fransızlar Adana'ya, İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon'a, İtalyanlar, Antalya ve Anadolu'nun güneybatısına yerleşti.

15 Mayıs 1919'da İtilaf Devletlerinin izniyle Yunan Ordusu İzmir'e çıkarma yaptı.

Bu durum karşısında Türk milleti, tarih boyunca gösterdiği ''millet olma bilinci'' içerisinde işgallere karşı Kuvayımilliye hareketini başlattı. İki seçenek vardı; ya işgal güçlerine teslim olunacak ya da yıkılan yakılan bir ülke, yılmaz evlatlarının azmiyle yeniden ayağa kalkacak ve küllerinden doğacaktı.

1920'de TBMM'nin açılması üzerine işgal güçleri tüm baskıcı politikalarını Atatürk ve silah arkadaşları üzerine yoğunlaştırdı, özellikle Batı Cephesi'nde hareketlilik başladı. 1921'de Polatlı'ya kadar gelen Yunan ordusunu püskürtmek, daha birkaç yıl önce tarih literatürüne ''Çanakkale geçilmez'' sözünü altın harflerle yazdıran vatan evlatlarına düştü.

Sakarya'da 22 gün 22 gece süren kanlı çarpışmaların ardından durdurulan düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra 26 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz'u başlattı.

26 Ağustos'ta Kocatepe'de şafak sökerken...

Başkomutan Mustafa Kemal, 26 Ağustos sabahı Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ile muharebeyi yönetmek üzere Afyonkarahisar sınırlarında kalan Kocatepe'de yerini aldı.

Topçu ateşleriyle şafak vakti başlayan harekatın devamında Türk askeri, sabahın ilk ışıklarıyla hücuma geçip Tınaztepe'yi ele geçirdi ve Belentepe ile Kalecik Sivrisi'nden düşmanı uzaklaştırdı.

Taarruzun ilk gününde 1. Ordu birlikleri, Büyük Kaleciktepe ile Çiğiltepe arasında 15 kilometrelik alanda, düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5'inci Süvari Kolordusu, düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulundu, 2'nci Ordu ise cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü. 

Türk ordusu, 27 Ağustos sabahı yine bütün cephelerde yeniden taarruza geçti ve aynı gün Afyonkarahisar, 8'inci Tümen tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. 28 ve 29 Ağustos'ta başarıyla sürdürülen taarruz, düşmanın 5'inci tümeninin etkisiz kılınmasıyla neticelendi.

29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçilip taarruzun kısa sürede sonuçlandırılmasında hemfikir oldu ve planın 30 Ağustos'ta aksamadan uygulanması için gerekli önlemler alındı.

Büyük Zafer ve bir kırık kağnı

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk Ordusu'nun Kurtuluş Savaşı'nda kazandığı en önemli zaferin arifesinde, 30 Ağustos sabahında şimdi belde olan Kütahya'nın Altıntaş ilçesine bağlı Zafertepe Çalköy'de birliklere taarruz emrini verdi.

O'nun bizzat yönettiği Dumlupınar'daki meydan muharebesinde kahraman Mehmetçik, Yunan birliklerini Allıören, Keçiler, Kızıltaş deresi yolunun iki yanında tamamen sarıp imha etti. Kızıltaş deresi bölgesinde açık kalan alandan bazı Yunan birlikleri, General Trikopis, General Diyenis ve birçok Yunan komutanı kaçtı.

Büyük Zafer'in ertesi günü, 31 Ağustos'ta Zafertepe Çalköy'de bir evin bahçesindeki kırık kağnının üzerine muharebe alanlarının haritasını koyan Başkomutan Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile durum değerlendirmesi yaparak Yunanlıların yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve onları mağlup etmek için İzmir'e girme görüşünde birleşti.

"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"

Mustafa Kemal Paşa, Büyük Zafer sonrası 1 Eylül'de Dumlupınar'da, Batı Cephesi'ndeki tüm subay ve erlere okunmak üzere yayımladığı bildiride, şu ifadelere yer verdi:

''Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları, Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi'nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakarlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız. Sahibimiz olan büyük Türk ulusu, geleceğine güvenmekte haklıdır. Savaş alanlarındaki başarı ve fedakarlıklarınızı yakından görüp izliyorum. Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için Başkumandanlığa öneride bulunulmasını, Cephe Kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!''

27 Ağustos'ta Afyonkarahisar, 30 Ağustos'ta Kütahya'nın kurtuluşunu 1 Eylül'de Gediz, 3 Eylül'de Emet ve Tavşanlı'nın kurtuluşları izledi, 9 Eylül'de İzmir'de Yunan Ordusunu denize döken Türk ordusu, Mustafa Kemal Paşa'nın emrini büyük bir başarıyla yerine getirdi. 

Verdiği sözü yerine getiremediği için intihar etti

Büyük Taarruz'dan akıllarda kalan en önemli olaylardan biri, 57'nci Tümen Komutanı Albay Reşat Bey'in, 27 Ağustos'ta Çiğiltepe'nin alınmasının yarım saat gecikmesi üzerine, görevini yerine getirememenin üzüntüsü ile kendisini vurarak intihar etmesiydi.

Kocatepe'den verilen emirle Büyük Taarruz'u başlatan Türk askerleri, taarruzun ilk ve ikinci gününde tüm tepeleri ele geçirmeye başladı. Çiğiltepe'de bulunan Yunan askerlerine karşı direnen 57'nci Tümen Komutanı Albay Reşat Bey ile Mustafa Kemal Paşa arasında, şu telefon konuşması geçti:

"Verdiğim sözü yerine getiremedim"

Sonraki yarım saatte Çiğiltepe'yi düşman askerinden alamayan Albay Reşat Bey, ''Verdiğim sözü yerine getiremediğim için yaşayamam'' diyerek beylik tabancasıyla intihar etti.

Mustafa Kemal Paşa'ya, Çiğiltepe sırtlarında çarpışan 57'nci Tümen Komutanlığını yeniden telefonla aradığında Albay Reşat Bey'in intihar ettiği söylendi ve ''Yarım saat zarfında o mevkiyi almaya size söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam'' yazdığı notu okundu.

Çiğiltepe, Albay Reşat Bey'in ölümünün 15 dakika sonrasında düşman askerlerinden kurtarıldı. 

"Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı"

Büyük Önder Atatürk, Büyük Zafer'den tam iki yıl sonra, 30 Ağustos 1924'te, Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı'nın temel atma törenine katılmak üzere Zafertepe Çalköy'e geldi.

Törene katılanlara iki yıl öncesini hatırlatan Atatürk, Büyük Zafer'i şu cümlelerle anlattı:

''Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son parçası olan 30 Ağustos Zaferi, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, çok parlak zaferlerle doludur ama Türk ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil dünya tarihine yeni bir adım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbellidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Türk ulusu burada kazandığı zaferle, açığa vurduğu gücü ve istemiyle, bu belli gerçeği bir kere daha tarihin bağrına çelik kalemle koymuş bulunuyor.''

30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü'nün 97. yıl dönümü, yurtta, KKTC'de ve dış temsilciliklerde törenlerle kutlanıyor.   

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki devlet erkanı, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü dolayısıyla Anıtkabir'e ziyarette bulundu. 

                    

Büyük Zaferin 97'nci yılı kutlamaları kapsamında, ilk tören Anıtkabir'de düzenlendi. Tören, devlet erkanının Aslanlı Yol'da yürüyüşüyle başladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki kortejde, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi üyeleri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, yüksek yargı organlarının başkanları, kuvvet komutanları, siyasi partilerin temsilcileri, bürokratlar ve diğer devlet erkanı yer aldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk'ün mozolesine ay yıldız motifli çelengi bıraktı. Saygı duruşunun ardından İstiklal Marşı okundu.

Erdoğan ve protokolde yer alan devlet erkanı, daha sonra Misak-ı Milli Kulesi'ne geçti. Erdoğan, burada Anıtkabir Özel Defteri'ni imzaladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, deftere şunları yazdı:

"Aziz Atatürk, bugün Büyük Zafer'in 97'nci yıl dönümüne ulaşmanın gururunu yaşıyoruz. Tarihimizin altın halkalarından biri olan büyük zaferin kazanılmasında emeği geçen başta zat-ı aliniz olmak üzere tüm komutanlarımızı, subaylarımızı, askerlerimizi, milletimizin her bir ferdini minnetle anıyoruz.

Aziz şehitlerimizin fedakarlıkları üzerinde yükselen ve bize emanetiniz olan Cumhuriyet'i canımız pahasına korumakta kararlıyız. Milli bekamızı hedef alan tehditlere karşı yurt içinde ve sınırlarımız dışında yürüttüğümüz amansız mücadele bu kararlılığımızın ispatıdır. Türkiye'yi 2023 hedeflerine ulaşmaktan hiçbir güç alıkoyamayacaktır. Ruhun şad olsun."

Vatandaşlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a Anıtkabir'e gelişi ve ayrılışı sırasında sevgi gösterisinde bulundu.

Anıtkabir ziyarete açıldı

Tören dolayısıyla Anıtkabir çevresinde yoğun güvenlik önlemi alındı. Erdoğan başkanlığındaki devlet erkanın Aslanlı Yol'daki yürüyüşünün başlangıcında yol kenarında görevli bir asker rahatsızlandı, komutanın yardımıyla güçlükle ayakta durabilen asker bir süreliğine bölgeden uzaklaştırıldı. Asker, bir süre dinlendikten tekrar görev bölgesine döndü. 

Devlet töreninin ardından Anıtkabir, halkın ziyaretine açıldı.

İstanbul Taksim'deki Cumhuriyet Anıtı önünde tören düzenlendi

30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla Taksim'deki Cumhuriyet Anıtı önünde tören düzenlendi.

Törende, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve 1. Ordu Komutanı Orgeneral Musa Avsever Cumhuriyet Anıtı'na çelenk bıraktı.

Törene, saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla devam edildi.

Törende, İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, Beyoğlu Belediye Başkanı Ali Haydar Yıldız, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri de yer aldı. 

Törenin ardından siyasi partiler de anıta çelenklerini sundu.

Dumlupınar Şehitliği'nde ziyaretçi yoğunluğu

Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi'nin 97'nci yıl dönümünde, Dumlupınar Şehitliği'nde anma programları düzenlendi.

Kütahya ve çevre illerden gelen çok sayıda öğrenci ve vatandaş, şehitler için dua etti.

Ailesiyle Niğde'den gelen Özgür Altınöz, kutlamalara zaferin gerçekleştiği topraklarda katılmak için kentte bulunduğunu söyledi.

Dumlupınar Şehitliği'ni ziyaret eden öğrencilerden Ahmet Eren Babanoğlu da şehitlere olan minnet duygularını dile getirdi.

 30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü, İzmir, Denizli, Uşak, Manisa ve Aydın'da düzenlenen törenlerle kutlandı.

İzmir'de Cumhuriyet Meydanı

Vali Erol Ayyıldız, Ege Ordusu ve Garnizon Komutanı Korgeneral Ali Sivri ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in Atatürk Anıtı'na çelenk sunmasının ardından saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu.

Tebrikleri kabul eden Vali Ayyıldız, Korgeneral Sivri ve Başkan Soyer ile tören aracına binerek vatandaşların bayramını kutladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın mesajının okunmasının ardından Ege Ordusu ve Garnizon Komutanlığı adına Topçu Yüzbaşı İsa Çoker, günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yaptı.

Konuşmanın ardından tören geçişi gerçekleştirildi. Askerlerin geçişi sırasında halk sevgi gösterisinde bulundu.

Denizli

Denizli Valisi Hasan Karahan, Garnizon Komutan Vekili Piyade Albay Bilal Öztürk ve Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, valilikte tebrikleri kabul etti. 

Daha sonra Gazi Bulvarı'nda gerçekleştirilen törende Vali Karahan, Garnizon Komutan Vekili Öztürk ve Büyükşehir Belediye Başkanı Zolan, Atatürk Anıtı'na çelenk koydu. Törende Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın mesajı okundu. 

Maliye Yüzbaşı Özgür Öcal günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yaptığı törende halk oyunları gösterileri sunuldu. 

Gazi ve askerlerin tören geçişi sırasında bazı vatandaşların gözyaşlarını tutamadığı görüldü. 

Uşak

Uşak'ta 15 Temmuz Şehitler Meydanı'nda yapılan tören, Vali Funda Kocabıyık ile Belediye Başkanı Mehmet Çakın'ın Atatürk Anıtı'na çelenk koymasıyla başladı. 

Vali Funda Kocabıyık'ın makamında tebrikleri kabulünün ardından kent meydanında düzenlenen kutlama programında saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu. 

Vali Funda Kocabıyık ve Belediye Başkanı Çakın'ın halkın bayramını kutlamasının ardından şiirler okundu.

Uşak İl Jandarma Merkez İlçe Komutanı Mesut Mesut Aydoğdu, yaptığı konuşmada Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde kazanılan zaferin Türk ordusunun üstün muharebe özelliğini gösterdiğini belirterek "Uşak, Kurtuluş Savaşı'nda önemli bir yer tutmuştur. Nice isimsiz kahraman, düşman ordusunu bozguna uğratmış ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atılmasını sağlamıştır." dedi. 

Halk oyunları gösterisinin sunulduğu törenin ardından Vali Funda Kocabıyık ve protokol üyeleri Bornova Jandarma Komando Tugayı'ndan gelen askerlerle hatıra fotoğrafı çektirdi.

Törene, AK Parti Uşak Milletvekilleri Mehmet Altay ve İsmail Güneş, Cumhuriyet Başsavcısı Bünyamin Korkmaz, İl Jandarma Komutan Vekili Oğuzhan Uslu, Uşak Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ekrem Savaş, protokol üyeleri ile vatandaşlar katıldı.

Manisa 

Manisa'da da Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen törende Milli Egemenlik ve Atatürk Anıtı’na Vali Ahmet Deniz ve Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün tarafından çelenk sunuldu. 

Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla yayımladığı mesaj okundu. 

Manisa 1’inci Komando Eğitim Tugay Komutanlığından Üsteğmen Bayram Korkmaz'ın konuşma yaptığı törende halk oyunu gösterisinin ardından Vali Deniz, makamında tebrikleri kabul etti.

Törenlere Manisa 1’inci Komando Eğitim Tugay Komutanı Albay Güven Dere, AK Parti Manisa milletvekilleri Semra Kaplan Kıvırcık ile Tamer Akkal, CHP Grup Başkanvekili ve Manisa Milletvekili Özgür Özel, askeri erkan, daire müdürleri, emniyet amirleri ve vatandaşlar katıldı. 

Öte yandan tören sırasında baygınlık geçiren bir askere sağlık ekipleri müdahale etti.

Aydın

Aydın'da da Valilik önünde düzenlenen törende Atatürk büstüne çelenk sunuldu, saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 30 Ağustos Zafer Bayramı mesajının okunmasının ardından Personel Yüzbaşı Murat Genç, günün anlamına ilişkin konuşma yaptı.

Törene, AK Parti Aydın Milletvekili Rıza Posacı, CHP Aydın Milletvekili Hüseyin Yıldız, Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, Aydın Cumhuriyet Başsavcısı Kasım Tüten, Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Selçuk Aldemir, Aydın Garnizon Komutanı Personel Albay Durmuş İlhan Başer, Efeler Belediye Başkanı Mehmet Fatih Atay, İl Jandarma Komutanı Albay Mesut İnan, İl Emniyet Müdürü Rahmi Baştuğ siyasi parti temsilcileri ve kurum müdürleri katıldı.

Adana, Mersin, Hatay ve Osmaniye'de 30 Ağustos Zafer Bayramı

Büyük Zafer’in 97'nci yıl dönümü kutlaması Adana’da Atatürk Parkı'ndaki Atatürk anıtına çelenk konulmasıyla başladı.

Daha sonra Uğur Mumcu Meydanı’nda düzenlenen törende, Adana Valisi Mahmut Demirtaş, 6. Mekanize Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Erhan Uzun ve Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, bindikleri askeri araçta alandaki vatandaşların bayramını kutladı.

Mersin'de Cumhuriyet Alanı'nda düzenlenen kutlama programı, Mersin Valisi Ali İhsan Su, görevine yeni atanan Deniz Kuvvetleri Akdeniz Bölge ve Garnizon Komutanı Tuğamiral Ercan Kireçtepe ve Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer'in meydandaki Atatürk Anıtı'na çelenk koymasıyla başladı.

İlk programın ardından Kültür Merkezi'nde tebrikleri kabul eden Su, ardından Kireçtepe ve Seçer ile askeri araca binip, alandaki katılımcıların bayramını kutladı. 

Hatay'daki tören, Cumhuriyet Alanı önündeki Atatürk anıtına çelenk konulmasıyla başladı. 

Daha sonra Hatay Valisi Rahmi Doğan makamında tebrikleri etti. 

Osmaniye'deki törenler Valilik Kampüsü içindeki Atatürk Anıtı'na çelenk konulmasıyla başladı. Vali Ömer Faruk Coşkun'un anıt şeref defterini imzalaması ve makamında tebrikleri kabul etmesinin ardından etkinlikler Devlet Bahçeli Bulvarı'nda devam etti.

Sinop

Sinop'ta Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle 10 yıl önce başlatılan Balatlar Yapı Topluluğu kazısında ortaya çıkarılan ve 200 yıllık olduğu tahmin edilen insan iskeleti, bulunduğu mezara yatırılış şekliyle kazı heyetinde şaşkınlık yarattı.

Bakanlık desteğiyle sürdürülen Balatlar Yapı Topluluğu'ndaki kazının bu yıl yapılacak bölümü başladı.

Bugüne kadar Helenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerine ait eserlere ulaşılan kazıda bu yıl yapılacak kazı çalışmalarıyla yeni bulgulara ulaşılması hedefleniyor.

"İlk kez böyle bir yatışa rastladık"

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi ve Balatlar Kilisesi Kazı Başkanı Prof. Dr. Gülgün Köroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazının 30 Ağustos tarihine kadar devam edeceğini söyledi.

On yıllık süreçte çok önemli eserleri ortaya çıkardıklarını vurgulayan Köroğlu, bu dönemki kazı çalışmalarının hemen başında çok ilginç bir insan iskeleti ile karşılaştıklarını belirtti.

"Rum Ortodoks cemaatinden biri olduğunu düşündüğümüz kişinin mezara yatırılış şekli ilk kez rastladığımız bir durum." diyen Köroğlu, kişinin mezara elleri kafasının arkasına konulmuş şekilde yerleştirildiğine dikkati çekti.

 "Herhalde keyfine düşkün biriydi"

Prof. Dr. Köroğlu, "Daha önce hiç karşılaşmadığımız bir yatış şekli. Bireyin elleri kafasının arka kısmına konulmuş ve gayet rahat bir şekilde uzanmış. Herhalde yaşarken keyfine düşkün biriydi ki bu şekilde de gömülmüş. Anladığımız kadarıyla bireyin günlük hayatıyla ilişkili bir yatış şekli söz konusu. Açıkçası daha önce rastlamadığımız bir durum. Gerçekten çok ilginç." diye konuştu.

Köroğlu, iskeletin Çorum Hitit Üniversitesine gönderilerek orada inceleneceğini aktardı.

Gençliği ve Tahta Çıkışı

Sultan Üçüncü Mehmed, 26 Mayıs 1566’da Manisa’da doğdu. Babası Sultan Üçüncü Murad, annesi (Venedik kökenli Sofia) Safiye Sultan’dır. Üçüncü Mehmed detaylı bir ilim eğitimi görmüştür. 1583’te Manisa sancak beyliğine atanıp 1595 yılına kadar burada kaldı. Manisa’dan babasının vefatı üzerine ayrılıp İstanbul’a geldi ve 13. Osmanlı padişahı olarak tahta geçti. Tahta çıktığı 1595 yılından ölümüne kadar ise padişahlığını sürdürdü. Sancaktan gelip sorunsuz bir şekilde tahta çıkan son şehzadedir. Ayrıca I. Süleyman'dan 30 yıl sonra kendisi sefere çıkan ilk padişahtır.

 

Huzursuzluklar ve Eleştiriler

 

Sultan Üçüncü Mehmed’in hükümdarlığı Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama dönemine rast gelmektedir. Tahta çıkar çıkmaz Avusturya ile olan sorunlardan sonra savaşlar yapılmış ve yenilgiler yaşanmıştır. Dışardaki sorunlarla beraber, Sarayın içi de her zaman huzurlu değildi. Sultan III. Mehmed, annesine düşkünlüğü ile bilinirdi. Ancak annesinin bu sevgi ve saygıyı suiistimal edip oğlunu manipüle etmeye çalıştığı ve sarayda, yönetimde istediğini yaptırmaya yönlendirdiği bilinirdi. Bazı konularda Padişahı zorlayıp istediğini yaptırıyor, bu da devlet işlerinde karışıklıklara sebep oluyordu. Mesela, onun önerdiği isimler veziriazamlığa, vezirlik makamına getiriliyordu. Safiye Sultan bazı kötü haberlerin oğluna ulaşmasını da engelliyordu. Bu durum gerek Saray içinde gerekse halk arasında yayılan dedikodularla sıkça eleştirilmiştir.

 

Kişiliği, Savaşlar ve Vefatı

 

Sultan III. Mehmed dinine düşkün bir kişiydi ve tasavvufa da son derece meraklıydı. Babasının aksine Cuma namazları çıkışında halkla konuşur, onların sıkıntılarına kulak verirdi. Kaynaklar Sultan Üçüncü Mehmed’in kolayca üzüntüye kapıp, yemekten, içmekten kesilmeye meyilli biri olduğunu söyler. Özellikle yurtiçinde Celâlî isyanları ve yurtdışında İran savaşlarının çok uzun sürmesi onu büyük üzüntü içinde bıraktı. Sağlığının Tebriz'in düşmesi ve doğu cephesinden gelen kayıp haberlerinden sonra gitgide kötüleştiği ve 20 Aralık'ta hayatını kaybettiği belirtilmiştir. Sebebi tam bilinmese de ölüm nedeni kalp krizi veya kalp durması olarak yazılır. Sekiz yıllık hükümdarlığı boyunca çok fazla eser yaptırmamış olsa da annesi ve süt annesi için yaptırdığı camii ve külliyeler bilinen mimari eserler arasındadır.



Kaynakça: https://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/osmanli-padisahlari/

Sultan Üçüncü Murad, 4 Temmuz 1546 günü, Manisa’nın Bozdağ Yaylası’nda dünyaya geldi. Babası, Sultan İkinci Selim, annesi Afife Nur Banu Sultan’dır. Annesi aslen Venediklidir. III. Murat cömertliği ve yardımseverliğiyle bilinirdi. Merhametli bir kişiliğe sahipti.

 

Gençliği ve Eğitimi

1558 yılında dedesi Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Alaşehir sancak beyliğine tayin edildi. Babası Sultan İkinci Selim, padişah olduktan sonra da tekrar Manisa sancak beyliğine atandı. Şehzadeliği sırasında bulunduğu Manisa’da devrin en değerli bilginlerinden dersler aldı. Arapça ve Farsçayı çok iyi derecede öğrendi. Osmanlı Padişahları içinde okumayı en çok seven padişahlardan birisiydi. III. Murad’ın dünya tarihine ve özellikle dönemin hükümdarlarının yaptığı savaşlara ilgi duyduğu ve bu konuda her şeyi öğrenmek istediği bu konuda yaptırdığı tercümelerden anlaşılmaktadır. Ayrıca astronomiye ilgi duyduğu, alimler ile bir arada olmaktan zevk aldığı, adalete önem verdiği, mücevheri sevdiği bilinmektedir.

Padişah Olarak Tahta Çıkışı

Şehzade Murad, babası Sultan İkinci Selim’in vefatı üzerine Manisa’dan İstanbul’a gelerek, 22 Aralık 1574 tarihinde tahta geçti ve padişah oldu. Ancak o da babası Sultan İkinci Selim gibi devlet işlerine fazla müdahil olmadı. Bürokrasi ve hükûmet daha ziyade Sokullu Mehmed Paşa tarafından idare edildi. Bunda Sokullu’nun tecrübe ve dirayeti ile Sultan İkinci Murad’ın idare tarzı büyük rol oynamıştır.

Şehzade Sokullu Mehmed Paşa’nın ağırlığını hissettirdiği III. Murad döneminde, Osmanlı toprakları en geniş sınırlarına ulaştı. Babası İkinci Selim’den devraldığı 15.162.151 km2 ülke toprağını, 19.902.000 km2’ye çıkardı. İngilizlerle de yakın ilişkiler geliştirildi. İlk İngiliz daimî elçisi onun zamanında Londra’ya gönderildi. Papa’nın Katolik Avrupa’da kurabileceği haçlı ittifakına karşı Protestan İngiltere ile ittifak kurdu. Daha sonra bu ittifaka, Hollanda da dahil edildi.

 

Eleştirilen Yönleri ve Vefatı

Sultan Üçüncü Murad, saltanatı boyunca İstanbul’dan hiç çıkmadı. Kimi kaynaklar bunu Sultan III. Murad’ın annesinin etkisi altında fazla kalmasına ve seferlere çıkmasının engellenmesine bağlar. Buna göre sefere çıkmak yerine padişahın sarayda kalması devlet işleri için daha hayırlıydı, üstelik tahtı baskı altında bulunduran sevilen bir vâris de mevcuttu. Dolayısıyla onun seferlere doğrudan katılmasını gerektirecek bir durum yoktu. Ancak bu baskıya boyun eğip kendini iyice saraya kapatan III. Murad bu konuda eleştirildi. Daha sonraki yıllarda ise Osmanlı Devleti’nin bir devrini etkileyecek olan kadınlar saltanatı bu zamanda başladı. 29 yaşında çıktığı tahtta yirmi yıl kalan Sultan Üçüncü Murad 16 Ocak 1595 tarihinde felç geçirdi ve vefat etti. Ayasofya Camii’nin avlusuna defnedildi.

III. Murad, “Muradi” mahlasıyla dini ve tasavvufî şiirler kaleme almıştır. Şiirleri bazı mecmua ve tezkirelerde yer alır. Hat sanatı ile de ilgilenen sultanın Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi’nde Muradi imzalı bir levhası mevcuttur.

 

Kaynak: http://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/osmanli-padisahlari/

Kütükoğlu, Bekir, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 31, 2006

Orta Asya’dan Anadolu’ya tarihteki Türk Devletlerini kısaca anlattığımız yazı dizimizde bu ay 11. Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Selim’den, nam-ı diğer Sarı Selim’den bahsedeceğiz. II. Selim 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, babası Kanûnî Sultan Süleyman’dır. Sarışın ve mavi gözlü olduğu için Sarı Selim olarak anıldı. Her şehzade gibi o da Anadolu’nun çeşitli yerlerinde sancakbeyliği yaparak devlet idaresi deneyimi kazandı. Hem akademik anlamda hem de usuller ve terbiye anlamında çok iyi bir eğitim gördü.

Geç Sayılacak Bir Yaşta Tahta Çıkışı

Sultan İkinci Selim, babası Kanûnî Sultan Süleyman’ın ölüm haberi üzerine İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566 günü kırk iki yaşında tahta geçti. Babasının 46 yıl süren ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en ihtişamlı zamanlarının yaşandığı hükümdarlığını devralmak onda doğal olarak bir baskı yarattı. Bu yüzden Sultan Selim babası ve dedesi Yavuz Sultan Selim ile kıyaslanmış ve onlara nazaran silik ve daha az etkili bir yönetici olarak nitelenmiştir. Ancak yine de Sokullu Mehmet Paşa, Turgut Reis gibi devlet adamları onun döneminde önemli işler başardı.

Çalkantılar ve Güç Savaşları

Babasının saltanatı sırasında diğer kardeşleri Şehzade Bayezid ve Şehzade Mustafa’nın öldürülmüş olması sayesinde Sultan İkinci Selim sorunsuz bir şekilde tahta çıktı. Ancak tahta çıktığı ilk yıllarda bazı siyasi çekişmeler yaşandı. Sokullu Mehmed Paşa bu çekişmelerden galip olarak ayrıldı ve on beş yıl sadrazamlık yaptı. Sadrazamlık yaptığı bu dönemde devlet yönetiminde etkili bir isim oldu.

Kısa Süren Bir Hükümdarlık

İkinci Selim, Sekiz yıl padişahlık yaptıktan sonra 15 Aralık 1574 günü vefat etti. Onarımını yaptırdığı Ayasofya’ya defnedildi. Sultan İkinci Selim İstanbul’da ölen ilk Osmanlı padişahıdır. Kısa sürede birçok mimari projeye ön ayak olmuş, Edirne’deki Selimiye Cami’sini Mimar Sinan’a o yaptırtmıştır. Sultan İkinci Selim, babası Kanûnî Sultan Süleyman’dan 14. 892.000 km2 olarak devraldığı devlet topraklarını, oğlu Sultan Üçüncü Murad’a 15.162.000 km2 olarak bırakmıştır. Kendisi de birçok Osmanlı hükümdarı gibi şiirler yazmıştır.


Kaynakça: http://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/osmanli-padisahlari/

Anadolu Selçuklu Devleti zamanında gözlemevi olarak kurulan, günümüzde cami olarak hizmet veren 800 yıllık Kırşehir Cacabey Medresesi'nde, kapsamlı restorasyon çalışması başlatıldı.

Çalışmalar nedeniyle ibadete kapatılan Medrese, Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde, özel olarak oluşturulan bilim heyetinin denetiminde restore edilecek.

Cacabey Medresesi'ndeki restorasyon çalışmalarını inceleyen Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hem Selçuklu hem de Osmanlı dönemlerinin en önemli eserlerinden birisi olan medresede, alttan su alması nedeniyle 2007-2008 yıllarında drenaj çalışması yapıldığını, ilk defa kapsamlı bir şekilde restorasyon işlemlerinin gerçekleştirileceğini söyledi.

Restorasyon çalışmalarının 5-6 yıl önceye dayandığını belirten Ertem, özel bir çalışma yapılması gerektiği için çok hassas davrandıklarını ifade ederek, şöyle konuştu:

"Kendi imkanlarımız ve teknik ekibimizle karar verdiğimiz eserler haricinde özel eserlerle ilgili bilim heyetleri oluşturuyoruz. Burada da hem üst örtü hem de yapının kendisiyle alakalı bilim heyetleri oluşturulacak, onların direktifleri ve tavsiyeleri doğrultusunda bu restorasyonları gerçekleştireceğiz. Biraz geciktik. Ama gecikmemizin arkasındaki temel neden bu. İnşallah çok etkin ve iyi bir uygulama yaparız da bundan sonra tarihi medrese harap olmaz."

Çalışmalar kapsamında ilk olarak yapının üstüne "uzay çatı" yapılacağını bildiren Ertem, şunları söyledi:

"Uzay çatı, yapıyı nemden, yağmurdan, rüzgardan koruyacak bir mahiyette olacak. Ondan sonra biz üst örtüyü açacağız. Bilim heyetinin aldığı karar doğrultusunda üst örtüyü uygulamak için proje hazırlayıp kurula gideceğiz. Her aşamasıyla, her santimetrekaresiyle özel olarak ilgilenmesi gereken çok özellikli bir yapı. O nedenle burada ilk defa bir uygulama yapıyoruz. Üst örtüyü açıp çıkacak duruma göre restorasyonu belirleyeceğiz. Onun için restorasyon iki aşamalı olacak. İlk aşamamız üst örtü. İkinci aşama ise toptan restorasyon. Toptan restorasyona aldığımızda da zeminle alakalı sıkıntıyı gidermek için burada yine bir araştırma yapılacak."

2 milyon liralık bütçe

Ertem, restorasyonun bu yılki aşaması için 2 milyon liralık bütçe ayrıldığını, restorasyon uygulaması bilim heyetinin alacağı kararlara bağlı olacağı için çalışmaların uzun zaman alabileceğini anlattı.

Kırşehir Valisi İbrahim Akın da Cacabey Gökbilim Medresesi'nin Anadolu Selçuklu Devleti döneminde astronomi eğitimi verilmek üzere kurulmuş bir medrese olduğuna işaret ederek, Kırşehir'in bu en önemli yapısının günümüzde cami olarak kullanıldığını hatırlattı.

Yapıdaki yıpranmalar ve bozulmalar nedeniyle restorasyon kararı alındığını ifade eden Akın, "Çalışma neticelendiğinde bu eserin gelecek nesillere daha sağlıklı bir şekilde aktarılmasının da yolu açılacak, altyapısı oluşturulmuş olacaktır. Gösterdikleri hassasiyetten dolay Vakıflar Genel Müdürümüze ve ekibine teşekkür ediyoruz." dedi.

Cenazeler Ahi Evran Camisi'nden kaldırılacak

Kent meydanında bulunan ve merkezi konumu nedeniyle cenazelerin kaldırıldığı Kırşehir Cacabey Medresesi'ndeki çalışma nedeniyle, geçici süreliğine Ahi Evran Camisi hizmet verecek.

İçine inşaat iskeleleri kurulan caminin öncelikle üst örtüsü açılarak, uygulanacak yöntemin bilimsel yol haritası hazırlanacak. Minaresindeki mavi çiniler nedeniyle halk arasında "cıncıklı cami" olarak da anılan Cacabey Medresesi ve Camisi, aslına uygun şekilde restore edildikten sonra ibadete açılacak.

Çanakkale

Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi'nin 104. yıl dönümü dolayısıyla tarihi Gelibolu Yarımadası'nda yapılacak törenler için tüm hazırlıklar tamamlandı.

Türk tarihinin altın sayfalarından olan, eşsiz kahramanlıkların yaşandığı, vatan ve millet sevgisinin sembolleştiği, ülkenin her köşesinden gelen gençlerin kutsal saydığı değerler için canını feda ederek "Çanakkale geçilmez" destanını yazdığı Gelibolu Yarımadası, eşsiz zaferin 104. yıl dönümünde düzenlenecek törenlere hazır.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Çanakkale Savaşları Tarihi Alan Başkanlığı koordinesindeki 210 kişilik ekip, tören öncesi hazırlık çalışmalarını titizlikle yürüttü. Tören alanına 3 bin kişilik portatif tribün, protokol çadırı, ses sistemleri ve iki büyük ekran kuruldu.

Bölgede peyzaj düzenlemesi yapılmasının yanı sıra belirlenen kısımlar yeşillendirildi. Şehitler Abidesi çevresine 15 bin kırmızı ve beyaz şakayık dikildi.

"Buraya gözümüz gibi bakıyoruz"

Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanı İsmail Kaşdemir, AA muhabirine, tüm hazırlıkların sona erdiğini ve tören heyecanına girdiklerini söyledi.

Bütün kurumlarla uyumlu çalıştıklarını belirten Kaşdemir, "Sayın Cumhurbaşkanımız, devlet büyüklerimiz ve halkımızın katılımıyla Çanakkale Zaferi'ni kutlayacağız." dedi.

Törenlere katılacak herkesin Çanakkale ruhunu yeniden hissedeceğini vurgulayan Kaşdemir, şunları kaydetti:

"Çanakkale, bizim ortak değerimiz. Çanakkale, bu milletin adeta yeniden dirildiği ve Kurtuluş Savaşı'na giden yolun açıldığı bir müstesna mekan. Toprağın altında binlerce vatan evladının, kahramanın kefensiz yattığı ve bir hilal uğruna güneşlerin battığı bir toprak. Bu hassasiyetle buraya gözümüz gibi bakıyoruz. Yoğun katılımla, Çanakkale Zaferi'nin 104. yıl dönümünü büyük bir onur ve gururla kutlamaya hazırız."

İstanbul

Kan damarı enflamasyonu olarak da bilinen, kronik vasküler-enflamatuar multisistemik bir hastalık olan Behçet'i bularak, milyonlarca hastaya umut ışığı olan profesör unvanlı ilk Türk akademisyen Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet, vefatının 71. yılında anılıyor.

AA muhabirinin çeşitli kaynaklardan derlediği bilgilere göre, 20 Şubat 1889'da İstanbul'da Ahmet ve Ayşe Behçet'in oğlu olarak dünyaya gelen Hulusi Behçet, annesini genç yaşta kaybetmesi nedeniyle zor bir çocukluk geçirdi.

Büyükannesi tarafından büyütülen Behçet, Maarif Müdürü olan babasının görevi nedeniyle Beyrut Fransız Okulu ve Beşiktaş Rüştiyesinde ortaöğrenimini tamamladı.

Aldığı bu eğitimlerle Almanca ve Fransızcayı çok iyi derecede öğrenen Behçet, aynı zamanda sanat ve edebiyata da çok meraklıydı.

Daha sonra eğitim hayatına Askeri Tıbbiyede devam eden Behçet, 1910'da tabip yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.

Ord. Prof. Dr. Behçet, iyi bir dermatolog olma yolundaki ilk adımını, Gülhane Tatbikat-ı Askeriye Tatbikat Mektebi ve Seririyatına başlayarak attı. 1914'e kadar Gülhane Deri ve Frengi Kliniğinde çalışan Behçet, dermatoloji kliniğinde frengi hastalıklarına yönelik çalışmalarıyla tanınan Eşref Ruşen, Talat Çamlı ve bakteriyolojist Reşat Rıza'nın asistanlığını yürüttü.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Edirne'de dermatoloji uzmanı, Kırklareli Hastanesinde ise başhekim yardımcısı olarak görev yapan Behçet, savaştan sonra bilgi ve tecrübesini artırmak amacıyla yurt dışına çıktı.

Budapeşte ve Berlin'deki çeşitli hastanelerde deri ve frengi hastalıkları üzerine çalışan Behçet, 1919'da tekrar yurda döndü.

Profesör unvanlı ilk Türk akademisyen

Behçet, 1919-1923 yılları arasında Hasköy Zührevi Hastalıklar Hastanesi Başhekimi, Gureba Hastanelerinde de dermatoloji uzmanı olarak çalışmasının ardından 1933'te, üniversite reformunda İstanbul Üniversitesi Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniğine "profesör" seçildi. Profesör unvanını alan ilk Türk akademisyen olan Behçet, bu özelliğiyle de tarihe geçti.

Profesör seçilmesinin ardından 1939'da "ordinaryüs profesör unvanına" layık görülen Behçet, deri ve zührevi hastalıklar alanında yaptığı birçok özgün çalışmayla kendi isminin yanı sıra Türkiye'nin adını da dünyaya duyurdu.

Behçet, 1923'te Refika Davaz ile hayatını birleştirmesinin ardından kızı Ayşe Güler Behçet, dünyaya geldi.

Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet'in tüm dünyaca tanınmasını sağlayan hastalık ise şüphesiz kendi ismiyle anılan Behçet hastalığı oldu. Hulusi Behçet, 1937-1939 yılları arasında yayınladığı makalelerde, hastalığı "üçlü kompleks" tanımlamasıyla tamamen farklı bir antite (özgün durum) olarak bildirdi.

Bu yayınların sonucunda 1947'de Zürih Tıp Fakültesinden Prof. Mischner'in Uluslararası Cenevre Tıp Kongresinde yaptığı bir öneriyle, Behçet'in bu buluşu "Morbus Behçet" olarak adlandırıldı.

Behçet hastalığının yanı sıra, yaygın ve bulaşıcı birçok hastalığın belirtilerini de topluma duyuran Behçet, 1940'da frengi konusunda bir kitap yayımladı.

Gureba Hastanesinde görev yaparken "şark çıbanı" üzerine çalışmalarını başlatan Behçet, bu hastalığa ait "çivi" belirtisini tanımlamasıyla da dikkati çekti.

Ord. Prof. Dr. Behçet, aynı yıl "parazitoz" ve "uyuz etmenleri" konusundaki çalışmalarını da duyurdu.

"İncir dermatiti" çalışmalarından sonra uluslararası alanda tanınmaya başlayan Behçet, yurt dışında birçok kongreye davet edildi.

Hulusi Behçet'e vefatının ardından anlamlı ödül

Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet, 59 yıllık ömrüne yaklaşık 196 eser sığdırdı. Behçet'in eserleri arasında, "Haleb Çıbanlarının Diyaretermi ile Tedavisi", "Emraz-ı Cildiyye'de Laboratuvarın Kıymet ve Ehemmiyeti", "Frengi Karha-i İbtidaiyyesi ve Seriri", "Hurda-bini Teşhisi", "Memleketimizde Arpa Uyuzlarının Menşei Hakkında Etütleri", "Irsi Frengi Kliniği ve Wassermann Hakkında Noktai Nazar ve Frengi Tedavisinde Düşünceler", "Frengi Dersleri", "Klinikte ve Pratikte Frengi Teşhisi ve Benzeri Deri Hastalıkları" gibi kitaplar da yer alıyor.

Birçok ulusal ve uluslararası kongreye orijinal makaleleriyle katılan Hulusi Behçet, Türkiye'de "Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniği Arşivi" dergisinin yayımlanmasını sağladı.

Ord. Prof. Dr. Behçet ayrıca, "Dermatologische Wochenschrift ve Medizinischer Welt" tıbbi dergisinin de editörler listesinde yer aldı.

Hulusi Behçet, 1935'te "Budapeşte Uluslararası Dermatoloji Kongresi Diploma ve Plaketi" ile ödüllendirildi.

Yaşamını bilime adayan ve yaptığı çalışmalarla tıp dünyasında birçok yeni kapının aralanmasını sağlayan Behçet, 8 Mart 1948'de ebedi hayata intikal etti.

Türk ve dünya tıp literatürüne katkıları unutulmayan Behçet, vefatından 27 yıl sonra 1975'te, TÜBİTAK Bilim ve Hizmet Ödülü, 1982'de ise Eczacıbaşı Bilimsel Araştırma Ödülü ile onurlandırıldı. Behçet'in adına pul ve gümüş para da basıldı.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk komutasındaki Türk ordusunun 26 Ağustos'ta başlayıp 30 Ağustos'ta zaferiyle sonuçlanan Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi, dünya tarihinin gördüğü en büyük kahramanlık destanlarından biri olarak tarihe geçti.

1919 yılında Birinci Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak türlü bahanelerle Anadolu'yu işgale başladı, ordusunun cephanesi elinden alınan Türk milleti zor durumda bırakılmaya çalışıldı.

Ünlü yazar Halide Edip Adıvar'ın ''Türk'ün Ateşle İmtihanı'' kitabında anlattığı işgal günlerinde, itilaf donanması İstanbul'a, Fransızlar Adana'ya, İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon'a, İtalyanlar, Antalya ve Anadolu'nun güneybatısına yerleşti.

15 Mayıs 1919'da İtilaf Devletlerinin izniyle Yunan Ordusu İzmir'e çıkarma yaptı.

Bu durum karşısında Türk milleti, tarih boyunca gösterdiği ''millet olma bilinci'' içerisinde işgallere karşı Kuvayımilliye hareketini başlattı. İki seçenek vardı; ya işgal güçlerine teslim olunacak ya da yıkılan yakılan bir ülke, yılmaz evlatlarının azmiyle yeniden ayağa kalkacak ve küllerinden doğacaktı.

1920'de TBMM'nin açılması üzerine işgal güçleri tüm baskıcı politikalarını Atatürk ve silah arkadaşları üzerine yoğunlaştırdı, özellikle Batı Cephesi'nde hareketlilik başladı. 1921'de Polatlı'ya kadar gelen Yunan ordusunu püskürtmek, daha birkaç yıl önce tarih literatürüne ''Çanakkale geçilmez'' sözünü altın harflerle yazdıran vatan evlatlarına düştü.

Sakarya'da 22 gün 22 gece süren kanlı çarpışmaların ardından durdurulan düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra 26 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz'u başlattı.

26 Ağustos'ta Kocatepe'de şafak sökerken...

Başkomutan Mustafa Kemal, 26 Ağustos sabahı Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ile muharebeyi yönetmek üzere Afyonkarahisar sınırlarında kalan Kocatepe'de yerini aldı.

Topçu ateşleriyle şafak vakti başlayan harekatın devamında Türk askeri, sabahın ilk ışıklarıyla hücuma geçip Tınaztepe'yi ele geçirdi ve Belentepe ile Kalecik Sivrisi'nden düşmanı uzaklaştırdı.

Taarruzun ilk gününde 1. Ordu birlikleri, Büyük Kaleciktepe ile Çiğiltepe arasında 15 kilometrelik alanda, düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5'inci Süvari Kolordusu, düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulundu, 2'nci Ordu ise cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü. 

Türk ordusu, 27 Ağustos sabahı yine bütün cephelerde yeniden taarruza geçti ve aynı gün Afyonkarahisar, 8'inci Tümen tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. 28 ve 29 Ağustos'ta başarıyla sürdürülen taarruz, düşmanın 5'inci tümeninin etkisiz kılınmasıyla neticelendi.

29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçilip taarruzun kısa sürede sonuçlandırılmasında hemfikir oldu ve planın 30 Ağustos'ta aksamadan uygulanması için gerekli önlemler alındı.

Büyük Zafer ve bir kırık kağnı

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk Ordusu'nun Kurtuluş Savaşı'nda kazandığı en önemli zaferin arifesinde, 30 Ağustos sabahında şimdi belde olan Kütahya'nın Altıntaş ilçesine bağlı Zafertepe Çalköy'de birliklere taarruz emrini verdi.

O'nun bizzat yönettiği Dumlupınar'daki meydan muharebesinde kahraman Mehmetçik, Yunan birliklerini Allıören, Keçiler, Kızıltaş deresi yolunun iki yanında tamamen sarıp imha etti. Kızıltaş deresi bölgesinde açık kalan alandan bazı Yunan birlikleri, General Trikopis, General Diyenis ve birçok Yunan komutanı kaçtı.

Büyük Zafer'in ertesi günü, 31 Ağustos'ta Zafertepe Çalköy'de bir evin bahçesindeki kırık kağnının üzerine muharebe alanlarının haritasını koyan Başkomutan Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile durum değerlendirmesi yaparak Yunanlıların yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve onları mağlup etmek için İzmir'e girme görüşünde birleşti.

"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"

Mustafa Kemal Paşa, Büyük Zafer sonrası 1 Eylül'de Dumlupınar'da, Batı Cephesi'ndeki tüm subay ve erlere okunmak üzere yayımladığı bildiride, şu ifadelere yer verdi:

''Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları, Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi'nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakarlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız. Sahibimiz olan büyük Türk ulusu, geleceğine güvenmekte haklıdır. Savaş alanlarındaki başarı ve fedakarlıklarınızı yakından görüp izliyorum. Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için Başkumandanlığa öneride bulunulmasını, Cephe Kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!''

27 Ağustos'ta Afyonkarahisar, 30 Ağustos'ta Kütahya'nın kurtuluşunu 1 Eylül'de Gediz, 3 Eylül'de Emet ve Tavşanlı'nın kurtuluşları izledi, 9 Eylül'de İzmir'de Yunan Ordusunu denize döken Türk ordusu, Mustafa Kemal Paşa'nın emrini büyük bir başarıyla yerine getirdi. 

Verdiği sözü yerine getiremediği için intihar etti

Büyük Taarruz'dan akıllarda kalan en önemli olaylardan biri, 57'nci Tümen Komutanı Albay Reşat Bey'in, 27 Ağustos'ta Çiğiltepe'nin alınmasının yarım saat gecikmesi üzerine, görevini yerine getirememenin üzüntüsü ile kendisini vurarak intihar etmesiydi.

Kocatepe'den verilen emirle Büyük Taarruz'u başlatan Türk askerleri, taarruzun ilk ve ikinci gününde tüm tepeleri ele geçirmeye başladı. Çiğiltepe'de bulunan Yunan askerlerine karşı direnen 57'nci Tümen Komutanı Albay Reşat Bey ile Mustafa Kemal Paşa arasında, şu telefon konuşması geçti:

"Verdiğim sözü yerine getiremedim"

Sonraki yarım saatte Çiğiltepe'yi düşman askerinden alamayan Albay Reşat Bey, ''Verdiğim sözü yerine getiremediğim için yaşayamam'' diyerek beylik tabancasıyla intihar etti.

Mustafa Kemal Paşa'ya, Çiğiltepe sırtlarında çarpışan 57'nci Tümen Komutanlığını yeniden telefonla aradığında Albay Reşat Bey'in intihar ettiği söylendi ve ''Yarım saat zarfında o mevkiyi almaya size söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam'' yazdığı notu okundu.

Çiğiltepe, Albay Reşat Bey'in ölümünün 15 dakika sonrasında düşman askerlerinden kurtarıldı. 

"Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı"

Büyük Önder Atatürk, Büyük Zafer'den tam iki yıl sonra, 30 Ağustos 1924'te, Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı'nın temel atma törenine katılmak üzere Zafertepe Çalköy'e geldi.

Törene katılanlara iki yıl öncesini hatırlatan Atatürk, Büyük Zafer'i şu cümlelerle anlattı:

''Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son parçası olan 30 Ağustos Zaferi, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, çok parlak zaferlerle doludur ama Türk ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil dünya tarihine yeni bir adım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbellidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Türk ulusu burada kazandığı zaferle, açığa vurduğu gücü ve istemiyle, bu belli gerçeği bir kere daha tarihin bağrına çelik kalemle koymuş bulunuyor.''

30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü'nün 97. yıl dönümü, yurtta, KKTC'de ve dış temsilciliklerde törenlerle kutlanıyor.   

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki devlet erkanı, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü dolayısıyla Anıtkabir'e ziyarette bulundu. 

                    

Büyük Zaferin 97'nci yılı kutlamaları kapsamında, ilk tören Anıtkabir'de düzenlendi. Tören, devlet erkanının Aslanlı Yol'da yürüyüşüyle başladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki kortejde, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi üyeleri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, yüksek yargı organlarının başkanları, kuvvet komutanları, siyasi partilerin temsilcileri, bürokratlar ve diğer devlet erkanı yer aldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk'ün mozolesine ay yıldız motifli çelengi bıraktı. Saygı duruşunun ardından İstiklal Marşı okundu.

Erdoğan ve protokolde yer alan devlet erkanı, daha sonra Misak-ı Milli Kulesi'ne geçti. Erdoğan, burada Anıtkabir Özel Defteri'ni imzaladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, deftere şunları yazdı:

"Aziz Atatürk, bugün Büyük Zafer'in 97'nci yıl dönümüne ulaşmanın gururunu yaşıyoruz. Tarihimizin altın halkalarından biri olan büyük zaferin kazanılmasında emeği geçen başta zat-ı aliniz olmak üzere tüm komutanlarımızı, subaylarımızı, askerlerimizi, milletimizin her bir ferdini minnetle anıyoruz.

Aziz şehitlerimizin fedakarlıkları üzerinde yükselen ve bize emanetiniz olan Cumhuriyet'i canımız pahasına korumakta kararlıyız. Milli bekamızı hedef alan tehditlere karşı yurt içinde ve sınırlarımız dışında yürüttüğümüz amansız mücadele bu kararlılığımızın ispatıdır. Türkiye'yi 2023 hedeflerine ulaşmaktan hiçbir güç alıkoyamayacaktır. Ruhun şad olsun."

Vatandaşlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a Anıtkabir'e gelişi ve ayrılışı sırasında sevgi gösterisinde bulundu.

Anıtkabir ziyarete açıldı

Tören dolayısıyla Anıtkabir çevresinde yoğun güvenlik önlemi alındı. Erdoğan başkanlığındaki devlet erkanın Aslanlı Yol'daki yürüyüşünün başlangıcında yol kenarında görevli bir asker rahatsızlandı, komutanın yardımıyla güçlükle ayakta durabilen asker bir süreliğine bölgeden uzaklaştırıldı. Asker, bir süre dinlendikten tekrar görev bölgesine döndü. 

Devlet töreninin ardından Anıtkabir, halkın ziyaretine açıldı.

İstanbul Taksim'deki Cumhuriyet Anıtı önünde tören düzenlendi

30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla Taksim'deki Cumhuriyet Anıtı önünde tören düzenlendi.

Törende, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve 1. Ordu Komutanı Orgeneral Musa Avsever Cumhuriyet Anıtı'na çelenk bıraktı.

Törene, saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı'nın okunmasıyla devam edildi.

Törende, İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, Beyoğlu Belediye Başkanı Ali Haydar Yıldız, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri de yer aldı. 

Törenin ardından siyasi partiler de anıta çelenklerini sundu.

Dumlupınar Şehitliği'nde ziyaretçi yoğunluğu

Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi'nin 97'nci yıl dönümünde, Dumlupınar Şehitliği'nde anma programları düzenlendi.

Kütahya ve çevre illerden gelen çok sayıda öğrenci ve vatandaş, şehitler için dua etti.

Ailesiyle Niğde'den gelen Özgür Altınöz, kutlamalara zaferin gerçekleştiği topraklarda katılmak için kentte bulunduğunu söyledi.

Dumlupınar Şehitliği'ni ziyaret eden öğrencilerden Ahmet Eren Babanoğlu da şehitlere olan minnet duygularını dile getirdi.

 30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü, İzmir, Denizli, Uşak, Manisa ve Aydın'da düzenlenen törenlerle kutlandı.

İzmir'de Cumhuriyet Meydanı

Vali Erol Ayyıldız, Ege Ordusu ve Garnizon Komutanı Korgeneral Ali Sivri ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in Atatürk Anıtı'na çelenk sunmasının ardından saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu.

Tebrikleri kabul eden Vali Ayyıldız, Korgeneral Sivri ve Başkan Soyer ile tören aracına binerek vatandaşların bayramını kutladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın mesajının okunmasının ardından Ege Ordusu ve Garnizon Komutanlığı adına Topçu Yüzbaşı İsa Çoker, günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yaptı.

Konuşmanın ardından tören geçişi gerçekleştirildi. Askerlerin geçişi sırasında halk sevgi gösterisinde bulundu.

Denizli

Denizli Valisi Hasan Karahan, Garnizon Komutan Vekili Piyade Albay Bilal Öztürk ve Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, valilikte tebrikleri kabul etti. 

Daha sonra Gazi Bulvarı'nda gerçekleştirilen törende Vali Karahan, Garnizon Komutan Vekili Öztürk ve Büyükşehir Belediye Başkanı Zolan, Atatürk Anıtı'na çelenk koydu. Törende Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın mesajı okundu. 

Maliye Yüzbaşı Özgür Öcal günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yaptığı törende halk oyunları gösterileri sunuldu. 

Gazi ve askerlerin tören geçişi sırasında bazı vatandaşların gözyaşlarını tutamadığı görüldü. 

Uşak

Uşak'ta 15 Temmuz Şehitler Meydanı'nda yapılan tören, Vali Funda Kocabıyık ile Belediye Başkanı Mehmet Çakın'ın Atatürk Anıtı'na çelenk koymasıyla başladı. 

Vali Funda Kocabıyık'ın makamında tebrikleri kabulünün ardından kent meydanında düzenlenen kutlama programında saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu. 

Vali Funda Kocabıyık ve Belediye Başkanı Çakın'ın halkın bayramını kutlamasının ardından şiirler okundu.

Uşak İl Jandarma Merkez İlçe Komutanı Mesut Mesut Aydoğdu, yaptığı konuşmada Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde kazanılan zaferin Türk ordusunun üstün muharebe özelliğini gösterdiğini belirterek "Uşak, Kurtuluş Savaşı'nda önemli bir yer tutmuştur. Nice isimsiz kahraman, düşman ordusunu bozguna uğratmış ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atılmasını sağlamıştır." dedi. 

Halk oyunları gösterisinin sunulduğu törenin ardından Vali Funda Kocabıyık ve protokol üyeleri Bornova Jandarma Komando Tugayı'ndan gelen askerlerle hatıra fotoğrafı çektirdi.

Törene, AK Parti Uşak Milletvekilleri Mehmet Altay ve İsmail Güneş, Cumhuriyet Başsavcısı Bünyamin Korkmaz, İl Jandarma Komutan Vekili Oğuzhan Uslu, Uşak Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ekrem Savaş, protokol üyeleri ile vatandaşlar katıldı.

Manisa 

Manisa'da da Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen törende Milli Egemenlik ve Atatürk Anıtı’na Vali Ahmet Deniz ve Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün tarafından çelenk sunuldu. 

Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla yayımladığı mesaj okundu. 

Manisa 1’inci Komando Eğitim Tugay Komutanlığından Üsteğmen Bayram Korkmaz'ın konuşma yaptığı törende halk oyunu gösterisinin ardından Vali Deniz, makamında tebrikleri kabul etti.

Törenlere Manisa 1’inci Komando Eğitim Tugay Komutanı Albay Güven Dere, AK Parti Manisa milletvekilleri Semra Kaplan Kıvırcık ile Tamer Akkal, CHP Grup Başkanvekili ve Manisa Milletvekili Özgür Özel, askeri erkan, daire müdürleri, emniyet amirleri ve vatandaşlar katıldı. 

Öte yandan tören sırasında baygınlık geçiren bir askere sağlık ekipleri müdahale etti.

Aydın

Aydın'da da Valilik önünde düzenlenen törende Atatürk büstüne çelenk sunuldu, saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 30 Ağustos Zafer Bayramı mesajının okunmasının ardından Personel Yüzbaşı Murat Genç, günün anlamına ilişkin konuşma yaptı.

Törene, AK Parti Aydın Milletvekili Rıza Posacı, CHP Aydın Milletvekili Hüseyin Yıldız, Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, Aydın Cumhuriyet Başsavcısı Kasım Tüten, Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Selçuk Aldemir, Aydın Garnizon Komutanı Personel Albay Durmuş İlhan Başer, Efeler Belediye Başkanı Mehmet Fatih Atay, İl Jandarma Komutanı Albay Mesut İnan, İl Emniyet Müdürü Rahmi Baştuğ siyasi parti temsilcileri ve kurum müdürleri katıldı.

Adana, Mersin, Hatay ve Osmaniye'de 30 Ağustos Zafer Bayramı

Büyük Zafer’in 97'nci yıl dönümü kutlaması Adana’da Atatürk Parkı'ndaki Atatürk anıtına çelenk konulmasıyla başladı.

Daha sonra Uğur Mumcu Meydanı’nda düzenlenen törende, Adana Valisi Mahmut Demirtaş, 6. Mekanize Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Erhan Uzun ve Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, bindikleri askeri araçta alandaki vatandaşların bayramını kutladı.

Mersin'de Cumhuriyet Alanı'nda düzenlenen kutlama programı, Mersin Valisi Ali İhsan Su, görevine yeni atanan Deniz Kuvvetleri Akdeniz Bölge ve Garnizon Komutanı Tuğamiral Ercan Kireçtepe ve Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer'in meydandaki Atatürk Anıtı'na çelenk koymasıyla başladı.

İlk programın ardından Kültür Merkezi'nde tebrikleri kabul eden Su, ardından Kireçtepe ve Seçer ile askeri araca binip, alandaki katılımcıların bayramını kutladı. 

Hatay'daki tören, Cumhuriyet Alanı önündeki Atatürk anıtına çelenk konulmasıyla başladı. 

Daha sonra Hatay Valisi Rahmi Doğan makamında tebrikleri etti. 

Osmaniye'deki törenler Valilik Kampüsü içindeki Atatürk Anıtı'na çelenk konulmasıyla başladı. Vali Ömer Faruk Coşkun'un anıt şeref defterini imzalaması ve makamında tebrikleri kabul etmesinin ardından etkinlikler Devlet Bahçeli Bulvarı'nda devam etti.

Sinop

Sinop'ta Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle 10 yıl önce başlatılan Balatlar Yapı Topluluğu kazısında ortaya çıkarılan ve 200 yıllık olduğu tahmin edilen insan iskeleti, bulunduğu mezara yatırılış şekliyle kazı heyetinde şaşkınlık yarattı.

Bakanlık desteğiyle sürdürülen Balatlar Yapı Topluluğu'ndaki kazının bu yıl yapılacak bölümü başladı.

Bugüne kadar Helenistik, Roma ve Osmanlı dönemlerine ait eserlere ulaşılan kazıda bu yıl yapılacak kazı çalışmalarıyla yeni bulgulara ulaşılması hedefleniyor.

"İlk kez böyle bir yatışa rastladık"

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi ve Balatlar Kilisesi Kazı Başkanı Prof. Dr. Gülgün Köroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kazının 30 Ağustos tarihine kadar devam edeceğini söyledi.

On yıllık süreçte çok önemli eserleri ortaya çıkardıklarını vurgulayan Köroğlu, bu dönemki kazı çalışmalarının hemen başında çok ilginç bir insan iskeleti ile karşılaştıklarını belirtti.

"Rum Ortodoks cemaatinden biri olduğunu düşündüğümüz kişinin mezara yatırılış şekli ilk kez rastladığımız bir durum." diyen Köroğlu, kişinin mezara elleri kafasının arkasına konulmuş şekilde yerleştirildiğine dikkati çekti.

 "Herhalde keyfine düşkün biriydi"

Prof. Dr. Köroğlu, "Daha önce hiç karşılaşmadığımız bir yatış şekli. Bireyin elleri kafasının arka kısmına konulmuş ve gayet rahat bir şekilde uzanmış. Herhalde yaşarken keyfine düşkün biriydi ki bu şekilde de gömülmüş. Anladığımız kadarıyla bireyin günlük hayatıyla ilişkili bir yatış şekli söz konusu. Açıkçası daha önce rastlamadığımız bir durum. Gerçekten çok ilginç." diye konuştu.

Köroğlu, iskeletin Çorum Hitit Üniversitesine gönderilerek orada inceleneceğini aktardı.

Gençliği ve Tahta Çıkışı

Sultan Üçüncü Mehmed, 26 Mayıs 1566’da Manisa’da doğdu. Babası Sultan Üçüncü Murad, annesi (Venedik kökenli Sofia) Safiye Sultan’dır. Üçüncü Mehmed detaylı bir ilim eğitimi görmüştür. 1583’te Manisa sancak beyliğine atanıp 1595 yılına kadar burada kaldı. Manisa’dan babasının vefatı üzerine ayrılıp İstanbul’a geldi ve 13. Osmanlı padişahı olarak tahta geçti. Tahta çıktığı 1595 yılından ölümüne kadar ise padişahlığını sürdürdü. Sancaktan gelip sorunsuz bir şekilde tahta çıkan son şehzadedir. Ayrıca I. Süleyman'dan 30 yıl sonra kendisi sefere çıkan ilk padişahtır.

 

Huzursuzluklar ve Eleştiriler

 

Sultan Üçüncü Mehmed’in hükümdarlığı Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama dönemine rast gelmektedir. Tahta çıkar çıkmaz Avusturya ile olan sorunlardan sonra savaşlar yapılmış ve yenilgiler yaşanmıştır. Dışardaki sorunlarla beraber, Sarayın içi de her zaman huzurlu değildi. Sultan III. Mehmed, annesine düşkünlüğü ile bilinirdi. Ancak annesinin bu sevgi ve saygıyı suiistimal edip oğlunu manipüle etmeye çalıştığı ve sarayda, yönetimde istediğini yaptırmaya yönlendirdiği bilinirdi. Bazı konularda Padişahı zorlayıp istediğini yaptırıyor, bu da devlet işlerinde karışıklıklara sebep oluyordu. Mesela, onun önerdiği isimler veziriazamlığa, vezirlik makamına getiriliyordu. Safiye Sultan bazı kötü haberlerin oğluna ulaşmasını da engelliyordu. Bu durum gerek Saray içinde gerekse halk arasında yayılan dedikodularla sıkça eleştirilmiştir.

 

Kişiliği, Savaşlar ve Vefatı

 

Sultan III. Mehmed dinine düşkün bir kişiydi ve tasavvufa da son derece meraklıydı. Babasının aksine Cuma namazları çıkışında halkla konuşur, onların sıkıntılarına kulak verirdi. Kaynaklar Sultan Üçüncü Mehmed’in kolayca üzüntüye kapıp, yemekten, içmekten kesilmeye meyilli biri olduğunu söyler. Özellikle yurtiçinde Celâlî isyanları ve yurtdışında İran savaşlarının çok uzun sürmesi onu büyük üzüntü içinde bıraktı. Sağlığının Tebriz'in düşmesi ve doğu cephesinden gelen kayıp haberlerinden sonra gitgide kötüleştiği ve 20 Aralık'ta hayatını kaybettiği belirtilmiştir. Sebebi tam bilinmese de ölüm nedeni kalp krizi veya kalp durması olarak yazılır. Sekiz yıllık hükümdarlığı boyunca çok fazla eser yaptırmamış olsa da annesi ve süt annesi için yaptırdığı camii ve külliyeler bilinen mimari eserler arasındadır.



Kaynakça: https://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/osmanli-padisahlari/

Sultan Üçüncü Murad, 4 Temmuz 1546 günü, Manisa’nın Bozdağ Yaylası’nda dünyaya geldi. Babası, Sultan İkinci Selim, annesi Afife Nur Banu Sultan’dır. Annesi aslen Venediklidir. III. Murat cömertliği ve yardımseverliğiyle bilinirdi. Merhametli bir kişiliğe sahipti.

 

Gençliği ve Eğitimi

1558 yılında dedesi Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Alaşehir sancak beyliğine tayin edildi. Babası Sultan İkinci Selim, padişah olduktan sonra da tekrar Manisa sancak beyliğine atandı. Şehzadeliği sırasında bulunduğu Manisa’da devrin en değerli bilginlerinden dersler aldı. Arapça ve Farsçayı çok iyi derecede öğrendi. Osmanlı Padişahları içinde okumayı en çok seven padişahlardan birisiydi. III. Murad’ın dünya tarihine ve özellikle dönemin hükümdarlarının yaptığı savaşlara ilgi duyduğu ve bu konuda her şeyi öğrenmek istediği bu konuda yaptırdığı tercümelerden anlaşılmaktadır. Ayrıca astronomiye ilgi duyduğu, alimler ile bir arada olmaktan zevk aldığı, adalete önem verdiği, mücevheri sevdiği bilinmektedir.

Padişah Olarak Tahta Çıkışı

Şehzade Murad, babası Sultan İkinci Selim’in vefatı üzerine Manisa’dan İstanbul’a gelerek, 22 Aralık 1574 tarihinde tahta geçti ve padişah oldu. Ancak o da babası Sultan İkinci Selim gibi devlet işlerine fazla müdahil olmadı. Bürokrasi ve hükûmet daha ziyade Sokullu Mehmed Paşa tarafından idare edildi. Bunda Sokullu’nun tecrübe ve dirayeti ile Sultan İkinci Murad’ın idare tarzı büyük rol oynamıştır.

Şehzade Sokullu Mehmed Paşa’nın ağırlığını hissettirdiği III. Murad döneminde, Osmanlı toprakları en geniş sınırlarına ulaştı. Babası İkinci Selim’den devraldığı 15.162.151 km2 ülke toprağını, 19.902.000 km2’ye çıkardı. İngilizlerle de yakın ilişkiler geliştirildi. İlk İngiliz daimî elçisi onun zamanında Londra’ya gönderildi. Papa’nın Katolik Avrupa’da kurabileceği haçlı ittifakına karşı Protestan İngiltere ile ittifak kurdu. Daha sonra bu ittifaka, Hollanda da dahil edildi.

 

Eleştirilen Yönleri ve Vefatı

Sultan Üçüncü Murad, saltanatı boyunca İstanbul’dan hiç çıkmadı. Kimi kaynaklar bunu Sultan III. Murad’ın annesinin etkisi altında fazla kalmasına ve seferlere çıkmasının engellenmesine bağlar. Buna göre sefere çıkmak yerine padişahın sarayda kalması devlet işleri için daha hayırlıydı, üstelik tahtı baskı altında bulunduran sevilen bir vâris de mevcuttu. Dolayısıyla onun seferlere doğrudan katılmasını gerektirecek bir durum yoktu. Ancak bu baskıya boyun eğip kendini iyice saraya kapatan III. Murad bu konuda eleştirildi. Daha sonraki yıllarda ise Osmanlı Devleti’nin bir devrini etkileyecek olan kadınlar saltanatı bu zamanda başladı. 29 yaşında çıktığı tahtta yirmi yıl kalan Sultan Üçüncü Murad 16 Ocak 1595 tarihinde felç geçirdi ve vefat etti. Ayasofya Camii’nin avlusuna defnedildi.

III. Murad, “Muradi” mahlasıyla dini ve tasavvufî şiirler kaleme almıştır. Şiirleri bazı mecmua ve tezkirelerde yer alır. Hat sanatı ile de ilgilenen sultanın Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi’nde Muradi imzalı bir levhası mevcuttur.

 

Kaynak: http://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/osmanli-padisahlari/

Kütükoğlu, Bekir, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 31, 2006

Orta Asya’dan Anadolu’ya tarihteki Türk Devletlerini kısaca anlattığımız yazı dizimizde bu ay 11. Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Selim’den, nam-ı diğer Sarı Selim’den bahsedeceğiz. II. Selim 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, babası Kanûnî Sultan Süleyman’dır. Sarışın ve mavi gözlü olduğu için Sarı Selim olarak anıldı. Her şehzade gibi o da Anadolu’nun çeşitli yerlerinde sancakbeyliği yaparak devlet idaresi deneyimi kazandı. Hem akademik anlamda hem de usuller ve terbiye anlamında çok iyi bir eğitim gördü.

Geç Sayılacak Bir Yaşta Tahta Çıkışı

Sultan İkinci Selim, babası Kanûnî Sultan Süleyman’ın ölüm haberi üzerine İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566 günü kırk iki yaşında tahta geçti. Babasının 46 yıl süren ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en ihtişamlı zamanlarının yaşandığı hükümdarlığını devralmak onda doğal olarak bir baskı yarattı. Bu yüzden Sultan Selim babası ve dedesi Yavuz Sultan Selim ile kıyaslanmış ve onlara nazaran silik ve daha az etkili bir yönetici olarak nitelenmiştir. Ancak yine de Sokullu Mehmet Paşa, Turgut Reis gibi devlet adamları onun döneminde önemli işler başardı.

Çalkantılar ve Güç Savaşları

Babasının saltanatı sırasında diğer kardeşleri Şehzade Bayezid ve Şehzade Mustafa’nın öldürülmüş olması sayesinde Sultan İkinci Selim sorunsuz bir şekilde tahta çıktı. Ancak tahta çıktığı ilk yıllarda bazı siyasi çekişmeler yaşandı. Sokullu Mehmed Paşa bu çekişmelerden galip olarak ayrıldı ve on beş yıl sadrazamlık yaptı. Sadrazamlık yaptığı bu dönemde devlet yönetiminde etkili bir isim oldu.

Kısa Süren Bir Hükümdarlık

İkinci Selim, Sekiz yıl padişahlık yaptıktan sonra 15 Aralık 1574 günü vefat etti. Onarımını yaptırdığı Ayasofya’ya defnedildi. Sultan İkinci Selim İstanbul’da ölen ilk Osmanlı padişahıdır. Kısa sürede birçok mimari projeye ön ayak olmuş, Edirne’deki Selimiye Cami’sini Mimar Sinan’a o yaptırtmıştır. Sultan İkinci Selim, babası Kanûnî Sultan Süleyman’dan 14. 892.000 km2 olarak devraldığı devlet topraklarını, oğlu Sultan Üçüncü Murad’a 15.162.000 km2 olarak bırakmıştır. Kendisi de birçok Osmanlı hükümdarı gibi şiirler yazmıştır.


Kaynakça: http://www.ttk.gov.tr/tarihveegitim/osmanli-padisahlari/

Anadolu Selçuklu Devleti zamanında gözlemevi olarak kurulan, günümüzde cami olarak hizmet veren 800 yıllık Kırşehir Cacabey Medresesi'nde, kapsamlı restorasyon çalışması başlatıldı.

Çalışmalar nedeniyle ibadete kapatılan Medrese, Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde, özel olarak oluşturulan bilim heyetinin denetiminde restore edilecek.

Cacabey Medresesi'ndeki restorasyon çalışmalarını inceleyen Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hem Selçuklu hem de Osmanlı dönemlerinin en önemli eserlerinden birisi olan medresede, alttan su alması nedeniyle 2007-2008 yıllarında drenaj çalışması yapıldığını, ilk defa kapsamlı bir şekilde restorasyon işlemlerinin gerçekleştirileceğini söyledi.

Restorasyon çalışmalarının 5-6 yıl önceye dayandığını belirten Ertem, özel bir çalışma yapılması gerektiği için çok hassas davrandıklarını ifade ederek, şöyle konuştu:

"Kendi imkanlarımız ve teknik ekibimizle karar verdiğimiz eserler haricinde özel eserlerle ilgili bilim heyetleri oluşturuyoruz. Burada da hem üst örtü hem de yapının kendisiyle alakalı bilim heyetleri oluşturulacak, onların direktifleri ve tavsiyeleri doğrultusunda bu restorasyonları gerçekleştireceğiz. Biraz geciktik. Ama gecikmemizin arkasındaki temel neden bu. İnşallah çok etkin ve iyi bir uygulama yaparız da bundan sonra tarihi medrese harap olmaz."

Çalışmalar kapsamında ilk olarak yapının üstüne "uzay çatı" yapılacağını bildiren Ertem, şunları söyledi:

"Uzay çatı, yapıyı nemden, yağmurdan, rüzgardan koruyacak bir mahiyette olacak. Ondan sonra biz üst örtüyü açacağız. Bilim heyetinin aldığı karar doğrultusunda üst örtüyü uygulamak için proje hazırlayıp kurula gideceğiz. Her aşamasıyla, her santimetrekaresiyle özel olarak ilgilenmesi gereken çok özellikli bir yapı. O nedenle burada ilk defa bir uygulama yapıyoruz. Üst örtüyü açıp çıkacak duruma göre restorasyonu belirleyeceğiz. Onun için restorasyon iki aşamalı olacak. İlk aşamamız üst örtü. İkinci aşama ise toptan restorasyon. Toptan restorasyona aldığımızda da zeminle alakalı sıkıntıyı gidermek için burada yine bir araştırma yapılacak."

2 milyon liralık bütçe

Ertem, restorasyonun bu yılki aşaması için 2 milyon liralık bütçe ayrıldığını, restorasyon uygulaması bilim heyetinin alacağı kararlara bağlı olacağı için çalışmaların uzun zaman alabileceğini anlattı.

Kırşehir Valisi İbrahim Akın da Cacabey Gökbilim Medresesi'nin Anadolu Selçuklu Devleti döneminde astronomi eğitimi verilmek üzere kurulmuş bir medrese olduğuna işaret ederek, Kırşehir'in bu en önemli yapısının günümüzde cami olarak kullanıldığını hatırlattı.

Yapıdaki yıpranmalar ve bozulmalar nedeniyle restorasyon kararı alındığını ifade eden Akın, "Çalışma neticelendiğinde bu eserin gelecek nesillere daha sağlıklı bir şekilde aktarılmasının da yolu açılacak, altyapısı oluşturulmuş olacaktır. Gösterdikleri hassasiyetten dolay Vakıflar Genel Müdürümüze ve ekibine teşekkür ediyoruz." dedi.

Cenazeler Ahi Evran Camisi'nden kaldırılacak

Kent meydanında bulunan ve merkezi konumu nedeniyle cenazelerin kaldırıldığı Kırşehir Cacabey Medresesi'ndeki çalışma nedeniyle, geçici süreliğine Ahi Evran Camisi hizmet verecek.

İçine inşaat iskeleleri kurulan caminin öncelikle üst örtüsü açılarak, uygulanacak yöntemin bilimsel yol haritası hazırlanacak. Minaresindeki mavi çiniler nedeniyle halk arasında "cıncıklı cami" olarak da anılan Cacabey Medresesi ve Camisi, aslına uygun şekilde restore edildikten sonra ibadete açılacak.

Çanakkale

Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi'nin 104. yıl dönümü dolayısıyla tarihi Gelibolu Yarımadası'nda yapılacak törenler için tüm hazırlıklar tamamlandı.

Türk tarihinin altın sayfalarından olan, eşsiz kahramanlıkların yaşandığı, vatan ve millet sevgisinin sembolleştiği, ülkenin her köşesinden gelen gençlerin kutsal saydığı değerler için canını feda ederek "Çanakkale geçilmez" destanını yazdığı Gelibolu Yarımadası, eşsiz zaferin 104. yıl dönümünde düzenlenecek törenlere hazır.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Çanakkale Savaşları Tarihi Alan Başkanlığı koordinesindeki 210 kişilik ekip, tören öncesi hazırlık çalışmalarını titizlikle yürüttü. Tören alanına 3 bin kişilik portatif tribün, protokol çadırı, ses sistemleri ve iki büyük ekran kuruldu.

Bölgede peyzaj düzenlemesi yapılmasının yanı sıra belirlenen kısımlar yeşillendirildi. Şehitler Abidesi çevresine 15 bin kırmızı ve beyaz şakayık dikildi.

"Buraya gözümüz gibi bakıyoruz"

Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanı İsmail Kaşdemir, AA muhabirine, tüm hazırlıkların sona erdiğini ve tören heyecanına girdiklerini söyledi.

Bütün kurumlarla uyumlu çalıştıklarını belirten Kaşdemir, "Sayın Cumhurbaşkanımız, devlet büyüklerimiz ve halkımızın katılımıyla Çanakkale Zaferi'ni kutlayacağız." dedi.

Törenlere katılacak herkesin Çanakkale ruhunu yeniden hissedeceğini vurgulayan Kaşdemir, şunları kaydetti:

"Çanakkale, bizim ortak değerimiz. Çanakkale, bu milletin adeta yeniden dirildiği ve Kurtuluş Savaşı'na giden yolun açıldığı bir müstesna mekan. Toprağın altında binlerce vatan evladının, kahramanın kefensiz yattığı ve bir hilal uğruna güneşlerin battığı bir toprak. Bu hassasiyetle buraya gözümüz gibi bakıyoruz. Yoğun katılımla, Çanakkale Zaferi'nin 104. yıl dönümünü büyük bir onur ve gururla kutlamaya hazırız."

İstanbul

Kan damarı enflamasyonu olarak da bilinen, kronik vasküler-enflamatuar multisistemik bir hastalık olan Behçet'i bularak, milyonlarca hastaya umut ışığı olan profesör unvanlı ilk Türk akademisyen Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet, vefatının 71. yılında anılıyor.

AA muhabirinin çeşitli kaynaklardan derlediği bilgilere göre, 20 Şubat 1889'da İstanbul'da Ahmet ve Ayşe Behçet'in oğlu olarak dünyaya gelen Hulusi Behçet, annesini genç yaşta kaybetmesi nedeniyle zor bir çocukluk geçirdi.

Büyükannesi tarafından büyütülen Behçet, Maarif Müdürü olan babasının görevi nedeniyle Beyrut Fransız Okulu ve Beşiktaş Rüştiyesinde ortaöğrenimini tamamladı.

Aldığı bu eğitimlerle Almanca ve Fransızcayı çok iyi derecede öğrenen Behçet, aynı zamanda sanat ve edebiyata da çok meraklıydı.

Daha sonra eğitim hayatına Askeri Tıbbiyede devam eden Behçet, 1910'da tabip yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.

Ord. Prof. Dr. Behçet, iyi bir dermatolog olma yolundaki ilk adımını, Gülhane Tatbikat-ı Askeriye Tatbikat Mektebi ve Seririyatına başlayarak attı. 1914'e kadar Gülhane Deri ve Frengi Kliniğinde çalışan Behçet, dermatoloji kliniğinde frengi hastalıklarına yönelik çalışmalarıyla tanınan Eşref Ruşen, Talat Çamlı ve bakteriyolojist Reşat Rıza'nın asistanlığını yürüttü.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Edirne'de dermatoloji uzmanı, Kırklareli Hastanesinde ise başhekim yardımcısı olarak görev yapan Behçet, savaştan sonra bilgi ve tecrübesini artırmak amacıyla yurt dışına çıktı.

Budapeşte ve Berlin'deki çeşitli hastanelerde deri ve frengi hastalıkları üzerine çalışan Behçet, 1919'da tekrar yurda döndü.

Profesör unvanlı ilk Türk akademisyen

Behçet, 1919-1923 yılları arasında Hasköy Zührevi Hastalıklar Hastanesi Başhekimi, Gureba Hastanelerinde de dermatoloji uzmanı olarak çalışmasının ardından 1933'te, üniversite reformunda İstanbul Üniversitesi Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniğine "profesör" seçildi. Profesör unvanını alan ilk Türk akademisyen olan Behçet, bu özelliğiyle de tarihe geçti.

Profesör seçilmesinin ardından 1939'da "ordinaryüs profesör unvanına" layık görülen Behçet, deri ve zührevi hastalıklar alanında yaptığı birçok özgün çalışmayla kendi isminin yanı sıra Türkiye'nin adını da dünyaya duyurdu.

Behçet, 1923'te Refika Davaz ile hayatını birleştirmesinin ardından kızı Ayşe Güler Behçet, dünyaya geldi.

Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet'in tüm dünyaca tanınmasını sağlayan hastalık ise şüphesiz kendi ismiyle anılan Behçet hastalığı oldu. Hulusi Behçet, 1937-1939 yılları arasında yayınladığı makalelerde, hastalığı "üçlü kompleks" tanımlamasıyla tamamen farklı bir antite (özgün durum) olarak bildirdi.

Bu yayınların sonucunda 1947'de Zürih Tıp Fakültesinden Prof. Mischner'in Uluslararası Cenevre Tıp Kongresinde yaptığı bir öneriyle, Behçet'in bu buluşu "Morbus Behçet" olarak adlandırıldı.

Behçet hastalığının yanı sıra, yaygın ve bulaşıcı birçok hastalığın belirtilerini de topluma duyuran Behçet, 1940'da frengi konusunda bir kitap yayımladı.

Gureba Hastanesinde görev yaparken "şark çıbanı" üzerine çalışmalarını başlatan Behçet, bu hastalığa ait "çivi" belirtisini tanımlamasıyla da dikkati çekti.

Ord. Prof. Dr. Behçet, aynı yıl "parazitoz" ve "uyuz etmenleri" konusundaki çalışmalarını da duyurdu.

"İncir dermatiti" çalışmalarından sonra uluslararası alanda tanınmaya başlayan Behçet, yurt dışında birçok kongreye davet edildi.

Hulusi Behçet'e vefatının ardından anlamlı ödül

Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet, 59 yıllık ömrüne yaklaşık 196 eser sığdırdı. Behçet'in eserleri arasında, "Haleb Çıbanlarının Diyaretermi ile Tedavisi", "Emraz-ı Cildiyye'de Laboratuvarın Kıymet ve Ehemmiyeti", "Frengi Karha-i İbtidaiyyesi ve Seriri", "Hurda-bini Teşhisi", "Memleketimizde Arpa Uyuzlarının Menşei Hakkında Etütleri", "Irsi Frengi Kliniği ve Wassermann Hakkında Noktai Nazar ve Frengi Tedavisinde Düşünceler", "Frengi Dersleri", "Klinikte ve Pratikte Frengi Teşhisi ve Benzeri Deri Hastalıkları" gibi kitaplar da yer alıyor.

Birçok ulusal ve uluslararası kongreye orijinal makaleleriyle katılan Hulusi Behçet, Türkiye'de "Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniği Arşivi" dergisinin yayımlanmasını sağladı.

Ord. Prof. Dr. Behçet ayrıca, "Dermatologische Wochenschrift ve Medizinischer Welt" tıbbi dergisinin de editörler listesinde yer aldı.

Hulusi Behçet, 1935'te "Budapeşte Uluslararası Dermatoloji Kongresi Diploma ve Plaketi" ile ödüllendirildi.

Yaşamını bilime adayan ve yaptığı çalışmalarla tıp dünyasında birçok yeni kapının aralanmasını sağlayan Behçet, 8 Mart 1948'de ebedi hayata intikal etti.

Türk ve dünya tıp literatürüne katkıları unutulmayan Behçet, vefatından 27 yıl sonra 1975'te, TÜBİTAK Bilim ve Hizmet Ödülü, 1982'de ise Eczacıbaşı Bilimsel Araştırma Ödülü ile onurlandırıldı. Behçet'in adına pul ve gümüş para da basıldı.